30 Mayıs 2012 Çarşamba

TÜRK MİMARİSİ VS TÜRK MİMARI

 Türkiyede 20.yy da kayda değer tek bir mimari eser bulamazsınız. Cumhuriyet dönemi başındaki eklektik ve çoğu sovyetik yapılar Ankaranın bağrında bir çirkinlik abidesi olarak duruyor. Tanzimat dönemi yapıları bile klasik osmanlı dönemi kadar olmasa da günümüze kıyasla gayet anlamlı ve kalıcı eserledir.

 Klasik ve geç dönemlerde en basit yapıların örneğin çeşmelerin bile nasıl bir estetik kaygıyla inşa edildiği kanlı canlı örnekleri ile görülmektedir. Bugünün mimarisi pop mimaridir, betonun 50 yıllık ömrü ile sınırlıdır ve hiç bir değer taşımaz.

 Yapı cephesine alengirli şekiller yerleştirmek formuna alışılagelmişin dışında asimetrik çizgiler atmak değildir.

 Felsefe sanat tarihi okumamış hiç bir sosyal bilimde derinlik elde edememiş bir eğitim sisteminin ürünü olan Türk Mimarının Türkiyeye şişkin egosundan ve şehrin kalbine saplanan ucube beton yığınlarından başka verecek hiçbirşeyi yoktur.
 Çünkü o onla aynı eğitim sisteminin çarkından geçen ve amerikan kasaba tüccarı mantığı ile yetiştirlen devlet yöneticisinin özel sektörü yatırımcısı ile aynı çarkın ürünüdür.

 Günüzümüzde mimari bir sanat dalı olmadığı gibi, insan ihtiyaçları ve teknoloji ile olan cahilliği ile de büsbütün kompleksten ibaret boş bir uğraşıdır.

13 Mayıs 2012 Pazar

Sırtımda yılgın bir bahar

Bıyıklarım yeni terlerken
Çok uzaklarda mavi ışıklar içinde serin yerler düşlerdim
Gözlerimi kapadım mı göğün mavi atıyla hep oraya seyrederdim.
Yakınlaşırdım, yakınlaştıkça o sanki hep bir adım ötede gördüğüm
Bir türlü kavuşamazdım

Sonraları çok yerler geçtim yeryüzünde
bir sonraki bir sonraki derken
her taraf boz bulanık
henüz rastlamadım o mavi düşe